Hz. Adem’ den bu yana hak-batıl
mücadelesi süregelmiştir. Peygamberler
sonrasında toplumu etkilemiş önderler Hakk’ın yanından batıla karşı
durmuşlardır. Batılın adamları da Hakk’ın yanında olanlara ellerinden gelen
zulmü sakınmadılar. Masum insanlara türlü suçlar atfettiler, ailelerini
dağıttılar, dayanılmaz işkencelere maruz bıraktılar. Geçmişte böyleydi
günümüzde böyle gelecekte de bu böyle olacaktır. Hak-batıl mücadelesi kıyamete
kadar sürüp gidecektir. Çünkü Allah’ın, kullarını imtihan ettiğini biliyoruz.
Kullarının iyinin yolundan mı yoksa kötünün yolundan mı gittiğine bakıyor. “Allah,
müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın
almıştır “ Tevbe 111 ayetinden de bunu anlıyoruz. 20. Asırda Mısır’da Batılı
düşüncelerin benimsetilmeye çalışılması, Kur’an’ı tahrif etme çabaları, dinin
asıl değerlerinden uzaklaştırılıp özünü kaybettirme gayretlerine karşı mücadele
edecek davetçilere ihtiyaç vardı. İşte o dönemde Hakk’ın yanında duran Müslüman
Kardeşler Teşkilatı ve yine o teşkilattan Zeyneb Gazali’yi görüyoruz.
Zeyneb Gazali
Zeyneb Gazali kimdir, neyimiz olur? Nereden kazınmış tarihin
sayfalarına? Kronolojik birkaç satır okuyalım diye mi? Yoksa onun o günkü heyecanı bizim hayatımıza da dokunsun diye
mi? Kaçıncı sınıfa kadar hangi köy okulunda hangi şartlarda okuduğu değil
elbette derdimiz. Şu an onu hala anıyor olmamız da bu yüzden değildir. Öyle
insanlar vardı ki ümmetin sesi olurlar. Hakk’ı haykırırlar da kol kanat gererler
kardeşlerine. Bir avuç insan da olsalar nice binleri korkuturlar. Çekmedikleri
çile kalmaz ama Rabb’lerine sığındıkları için dem vurmazlar hiçbir zaman.
Bilirler ki çile biter, dünya biter, hesap günü gelir, mizan gelir, teslim
oldukları Rabb’lerinin adaleti gelir. Bu yüzden gam yemezler. Davalarını
yaşatmak uğruna bir basamak bir tuğla olurlar adeta. Evet Zeyneb Gazali’nin
nerede doğduğunu, ona kimin baktığını bilmeyebilirsiniz. Sadece onu
anladığınızda Zeyneb Gazali kimdir bilirsiniz işte. Kayıta değer olan da bu
değil midir zaten? Kişilerden çok simgeledikleri kavramlar, topluma verdikleri
yön mühimdir. Zeyneb Gazali de bu insanlardan bir hanım olarak 20 yüzyılda yer
ediyor. Ve Zeyneb Gazali kim dersek: Dinini davası edinen kadın… Davası uğruna
çileler çekmiş, dayanılmaz ve acımasız türlü işkencelere katlanmış önder, örnek
bir hanım. Ona baktığımızda inandığı dava uğruna çaba sarfeden, yerinde oturup
olan biteni seyretmekle kalmayan bir hanımefendi görüyoruz. Gençliğinde batılı
anlayışı benimseyip bu yönde hizmetler vermiş olsada daha sonra Hasan El Benna
ile tanışması ve davetiyle tamamen yön değiştirip islami çalışmalar yapmaya
başlamıştır. Ve artık onu hiçbir islam düşmanı korkutamaz olur. Dava
kardeşlerini sahiplenir, ihtiyacı olanlara yardımda bulunur. Bizler çektiği
işkenceleri okuduğumuzda bile tüylerimiz ürperirken o ne kadar eziyet ve
işkenceye uğramış da olsa davasını satmaz. Yiğit bir nefer gibi dimdik durur
küfrün karşısında. Bu davadan vazgeçmesi uğruna para, makam her türlü dünyevi teklifi reddeder. Yüreği
iman dolu bu önder hanımefendinin islam davası uğruna yaptığı çalışmalara
bayanlar olarak ayrı bir perspektiften bakabilmeliyiz. Ki bu bakış içinde
bulunduğumuz zamanla birlikte hayatımıza tesir etsin. Bugün elbette yaşam
şartları farklıdır. Ancak bizler Zeyneb Gazali’nin duruşunu, davasını şu
şekilde yorumlayabiliriz hayatımıza: Günümüzde İslam’a karşı duran ne gibi
fikir, durum, olay vardır ve bizim duruşumuz ne şekildedir? Örneğin tesettürün
bugün moda haline gelmiş olmasındaki tavrımız nedir? Modalaşmış tesettüre karşı
çıkıyor, çevremize bu yanlışı anlatıyor muyuz? Yoksa hangi renk şalın moda
olduğunu hangi rengin ne tür kıyafetle kombin yapıldığını takip etmekten kendimizi
alamıyor durumda mıyız? Bugün ümmetin durumunu düşünüp dertlenenlerden miyiz?
Yoksa tek yaptığımız toplumun ahlakını bozmuş ve bozmakta olan dizileri takip
etmek mi? Etrafımıza duyarlı, aman gördüğümüz bir yanlış düzelsin, aman yardıma
ihtiyacı olan var mı diye koşturanlardan mı yoksa bana dokunmayan yılan bin
yaşasın dercesine üç maymunu oynayanlardan mıyız? Bugünlerde derdimiz,
instagramın en güzel en gösterişli sofra sunumlarını çekip vaktimizi çöpe atmak
mı yoksa vaktini namusu görüp bir saniyenin hesabını yapmak mı?
20. Asırda Bir
Nesibe
Babası Zeyneb’i yetiştirirken ona örnek sahabe hanımlardan
Nesibe Binti Kab’ı örnek almış ve ona Nesibe diye seslenmiştir. Nesibe Binti
Kab’ı Uhud’da göstermiş olduğu cesaretinden tanıyoruz. Allah için kafire bir
erkek gibi kılıç sallayan mücahide, Allah yolunda şehid olma onurunu arayan
mübarek kadın Nesibe. Zeyneb Gazali’nin babası da henüz küçük bir kız iken
Zeyneb’ine tıpkı Nesibe’nin kılıç kullanması gibi tahta parçasından bir kılıçla
“Haydi kafirleri öldür, koru Peygamberini” (sav) diyerek bir oyun olarak
öğretir. Kızına tıpkı Nesibe’ninki gibi bir yaşam gayesi benimsetmektir amacı. Daha
sonrasında da görüyoruz ki Zeyneb Gazali, Nesibe misali İslam’ın galip gelmesi
adına çabalamış, batıla karşı durmuş örnek bir hanım olmuştur. Nesibe’nin bir
erkek misali kafirin karşısında durduğu gibi Zeyneb Gazali de zulme karşı
gelebilmek için tüm varlığını ortaya koymuştur. Nesibe gibi yılmamış,
umutsuzluğa düşmemiş, zulümler karşısında dava arkadaşlarına da umut ve moral
aşılamıştır. En zor anlarında şükretmekten kaçınmamış, zulmü Allah’a havale
etmiştir. Söylemlerini türlü tehditlere rağmen değiştirmemiş büyük bir
kararlılık göstermiştir. Erkeklerin dayanamayacağı işkencelere dayanmış, büyük
bir iman gücüyle sabretmiştir. Nesibe gibi aldığı darbelere, yaralara aldırış
etmemesi ancak Allah’a tam bir teslimiyetle mümkün olsa gerek. Bugün aynı iman
gücünü yüreklerimizde hissedebiliyorsak bizlere ne mutlu. Hakk’ı haykıran,
cihad yüklü yüreklere ne mutlu. Dünya zincirlerini kırmış, cennet yüklü
yüreklere ne mutlu. Derdi kendisi değil ümmeti olanlara ne mutlu. Allah için
canlarını ve mallarını ortaya koyan yüreklere ne mutlu. Nesibe yüreklilere ne
mutlu!
Mısır’da
Neler Oluyor?
Dönemin durumuna baktığımızda ise ümmet topraklarının işgal
edilmesinin yanı sıra zihinlerinde işgali söz konusu olmuştur. Ümmetin
topraklarına girilmesiyle beraber Müslümanlığına da müdahale edildi. Bundan en
büyük darbeyi ise Kur’an Kerim ve kadınlar görmüştür. Kur’an istenilen zamanda
okunup istenilen zamanda okunmayacak bir kitap haline getirilmeye çalışıldı.
Okunmasının da yasaklandığı durumlar meydana geldi. Bunlardan biri Türkiye’de
okunmasının ve alfabesinin yasaklanmasıyla, diğeri de Mısır’da yasaklanmasıyla
olmuştur. Ancak Mısır’da uygulanan politika biraz daha farklı olmuştur.
Mısır’da Kur’an’ın okunmamasından ziyade içi boşaltılmak istenmiştir. Bunun
altında yatan sebep ise Mısır’ın ilmin yoğun olduğu, alim yetiştirildiği bir
yer olmasıdır. İngilizlerin işgal etmesiyle İngiliz kuklası idareciler Mısır’ın
başından eksik olmamıştır. Nice sarıklı adamlar İngilizlerin gözüne girebilmek
için onların istediği gibi konuşmuşlar adeta şeytan dostu olmuşlardır.
Kur’an’ın tarihselliği diye bir şey ortaya attılar ve Kur’an’ın indirildiği
döneme ait olduğunu, o tarihteki şartlara göre indiğini ve bu zamanı ilgilendirmediğini
iddia etmişlerdir. İngilizlerin diğer işgal alanı ise kadın zihniydi.
Kadınların zihnine fitne salarak aileyi çökertmeyi hedeflediler. Kadınların
tesettürleri bir yana, kadınlar kadınlıklarının gereği doğurganlıklarını,
kadınlıklarını inkar eder oldular. Bugüne baktığımızda ise bu müdahalenin ciddi
etkiler yaptığını ve hala devam ettiğine tanıklık ediyoruz. Zihinlerin işgali,
doğaya atılmış bir pet şişe misali yıllar yıllarca varlığını devam ettiriyor.
Zeyneb
Gazali’nin Hasan El Benna İle Görüşmesi
Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın başkanı olan Hasan El Benna
Zeyneb Gazali’yle görüşür ve Müslüman Bacılar adıyla kendi teşkilatında
çalışmasını teklif eder. Zeyneb Gazali ilk olarak bu teklifi reddetse de
sonrasında Hasan El Benna’ya biat eder. Müslüman Kardeşler tebliğ yapmak
amacıyla kurulmuş, Kur’an’ı tahrif etme girişimlerine karşı çalışmalar yapan
bir teşkilattır. İngiliz sömürgeciliğinde olan Mısır’da çeşitli misyonerlik
faaliyetleri de yürütülür, Müslüman çocuklarının üzerlerinde kirli oyunlar
oynanmaktadır. Hristiyan misyonerleri, Müslümanları Hristiyanlaştırma
çabalarındadır. Sokak ve cadde isimleri dahi değiştirilerek yabancı isimler
konmaktadır. Sonuçta o ilim merkezi Mısır’ın içi boşaltılmış, etkisiz, sıradan
bir ülke hale getirmek istenmiştir. En büyük işgal de bu değil midir? Hasan El
Benna ve arkadaşları da bu duruma dayanamayarak Batıla karşı çalışmalar
yapmıştır. Hasan El Benna din ve ahlak dersleri verirken yapılan misyonerlik
faaliyetleriyle de mücadele ederek Müslüman çocukları kendi himayesinde eğitim
vermiştir. Zeyneb Gazali de kadınlara yönelik çalışmaları üstlenmiştir. Ancak
Mısır’ın başındaki idareciler de bundan rahatsız olmuş ve çalışmaları engelleme
adına her yola başvurmuşlardır.
Mısır’ın Zeyneb’inden Modanın
Zeyneplerine…
Ümmetin topraklarının işgal altında olmasının yanı sıra
Müslümanlığın da işgal altında olduğundan söz etmiştik. Müslümanlığın işgali
olarak Kur’an’ın tahrif edilme çabaları ve kadının yeniden inşası, zihin
yapısının değiştirilmesi ve değerlerinin sorgulatılması şeklinde olduğunu
öğrendik. Batılda biliyordu ki bir toplumun yapılanması da çöküşü de kadın
üzerinden meydana gelir; çünkü kadın nesil yetiştirir. Kadın bir tohumdur
adeta. Tohumda hasar varsa bitki nasıl sağlıklı olabilir? Söz ettiğimiz bir
bina ise temeldir kadın. Çürük olan temel ise ömrü kısadır o binanın. Toplum
ailedir, aile ise kadın. Zihin işgalleri en kalıcı ve etkili işgaldir. Bu
sebeple bir toplumun çöküşü için oynanan oyunlar kadın üzerinden yürütülmüştür.
O zamanlar Müslüman kadınların akıllarına sokulan fitnenin tezahürü bugün
ortada. Moda esiri, feminist kafa yapısında bir kadın duruyor bugün karşımızda.
Ümmetin kadını! Kadınların bugün tesettür adı altında giydiği kıyafetler
tesettür kavramının da içinin boşaltıldığını bizlere gösteriyor. Başını
örtmekle tesettürlü olunmuyor. Bunun adı olsa olsa vicdan rahatlatmaktır.
Tesettür dediğimiz şey Allah’ın istediği, ayette belirttiği gibi olandır.
Bundan daha net ne olabilir? Tesettür dediğimiz kıyafetimizden sevap mı
kazanıyoruz, yoksa örtünmeyi yanlış göstererek bir de buna tesettür diyerek
vebal altına mı giriyoruz? Bir diğer fitne ise kadının konumu noktasındaki
sıkıntıdır. Kadının doğurganlığını, ev hanımlığını özgürlüğüne gem vurma olarak
empoze etmek girişimlerinde bulundular. Gece hayatı olan, çocuk sahibi olmaktan
kaçınan, eve bağlı bir hayatı olmayan kadın özgür, hakları olan, söz sahibi,
erkeklerle eşit konumda ve bir örnek model haline getirildi. Allah’ın,
ayaklarının altına cennet serdiği kadını nefsani bir hayata mahkum ettiler.
Mısır’ın Zeyneb’i ise tüm bu müdahalelere dik bir duruş, ümmete siper olmuş bir
kadın demekti. Derdi erkeklere karşı hak sahibi olmak değil, ümmetin
geleceğiydi. Özgürlüğü sokaklarda değil, Rabb’in istediği, razı olduğu bir
hayat yaşama çabasında buldu o. Kıyafetine hangi renk ipek şalın yakışacağını
değil, ümmetin gençlerini nasıl yetiştireceğini düşündü. Her daim etrafına ışık
saçanlardan oldu.
Kadın, İlim Ve
Tebliğ
İlim bilmektir. Bilmek ise en büyük güçtür. Bilen anlatır,
yönlendirir, etkiler. İlim deryasında yüzmek, ilimle meşgul olmak Allah’ın
kuluna bahşettiği bir nimettir. Ve bu nimetten yalnızca özel insanlar
faydalanabilir. Peygamber Efendimiz “İki kişiden başkasına gıpta etmek yoktur.
Birincisi, sahip olduğu malı Allah yolunda harcayan kimse. İkincisi, ilmiyle
amel edip onu başkalarına öğreten kimse.” Olarak buyuruyor. Görüyoruz ki ilim
dinimizde çok önemli bir noktadır. Kadınların ilimle olan ilişkilerine
baktığımızda bunun zayıf kaldığını görmekteyiz. Bugünkü meşguliyetler basit ve
dünyevi kalmış durumda. Oysa ki hicretten itibaren 7. Asırda kızların
çeyizlerinde bile ilim kitapları bulunurmuş. Bir kızın ne kadar kitaptan
istifade ettiğine bakılırmış. Bugün ise ilim (belki) yaz dönemlerinde
öğrenilecek duruma getirildi. İlmi bir yaşam tarzı haline getiremedik. Eğer
okula gidiliyorsa okul dersleri daha önemliydi. Öncelikler sıralamasında çok
gerilerde bıraktık. Bizler ilim öğrenmekle sorumluyuz. Yukarıdaki hadisten de
anlayacağımız üzere ilim öğrenmek, başkalarına da öğretmek erkekler için
söylenmiş bir söz değildir. Kadın da erkek de kullukta aynı yerdedir. Bu
sebeple kadının ilimle meşgul olması, tebliğ yapması da doğal bir durumdur. Tüm
bu yazıda verdiğimiz bir örnek Zeyneb Gazali’dir. Bizler önce kendimizden sonra
etrafımızdaki insanlardan da sorumluyuz. Müslümanlar olarak etrafımızdaki
insanlara bildiklerimizi anlatmakla, gördüğümüz yanlışlar düzeltilsin diye
uyarmakla görevliyiz. Daha çok öğrenme, daha çok öğretme çabasında olmalıyız.
Kadınların bu noktada bir revizyona ihtiyaç duyduklarını görüyoruz. Televizyon
karşısında geçirdiğimiz o kadar vaktin bir kısmında ilmihal okumaları
yapabiliriz, komşularımızdan, etrafımızdan öğrenebileceğimiz şeyler var ise
fırsatı değerlendirmeliyiz. Bilgiye aç olmalıyız adeta. Zamanın alimleri normal
bir ekmek yemek yerine onu ıslatarak yemeyi tercih ediyorlardı ki bu şekilde
daha az çiğnemiş olarak buradan bile vakit tasarrufu yaparlardı. İlim öğrenme
hırsı onları bu konuma getirmişti. Önümüzde duran tarihten Müslüman bir olan Zeyneb Gazali’nin gençleri yetiştirmesi,
onları da davetçi yapması bizlere örnek olmalıdır. Bu ümmete böyle kadınlar
gerek. Öyle ki toplumun ahlakı düzelsin
Yüreğin Varsa Oku:
Zindan Hatıraları
Köpekler Sürüyle
Hücrenin koyu karanlığı yuttu beni. Tanık olduğum
tuhaflık ve vahşet karşısında, “Bismillah, es-selamu aleykum” deyip girdim.
Kapı kilitlendi ve eziyet vermek için yüksek
voltajlı lambalar yakıldı. Ansızın, 24 nolu hücrenin köpeklerle dolu olduğunu
gördüm. Sayısını hatırlayamadığım bir sürü köpek! Korkumdan gözlerimi yumdum,
ellerimi göğsüme bastırdım. Dışarıdan asma kilit ve zincir takıldığının
belirtisi olan sesler geliyordu.
Köpekler beni görür görmez üzerime üşüştü.
Her tarafımdan asılmaya, bedenimi kemirmeye başladılar. Başıma, ellerime, göğsüme,
sırtıma her biri bir yandan saldırıyordu. Isırdıkları yerlerimin, yaralarımın
acısını duyabiliyordum yalnızca.
Korkunun şiddetinden gözlerimi bir an açtım,
gördüğüm manzaranın ürkütücülüğünden hemen kapattım. Ellerimi koltuk altlarıma
gizledim. “Bismillah ya Allah” diye başlayarak, Allah’ın tüm güzel isimlerini
bir bir okumaya başladım. Bitirince bir kez daha tekrarladım.
Köpekler bedenimin her yanını aralıksız
tırmalıyor, dişliyor, üzerime yükleniyorlardı. Azı dişlerini kafamın derisinde,
kolumda, sırtımda, bacaklarımda hissediyordum.
Bu korkunç ortam karşısında Rabbime
seslenmeye yakarmaya başladım. “Allah’ım kendinle meşgul et ki başkalarıyla
uğraşmayayım. Ey tek olan, Ehad ve Samed olan Rabbim, Sen beni meşgul et ki
yalnız Seninle olayım. Beni bu korkunç ortamdan kurtar beni. Kendinle meşgul
et. Vereceğin huzur ve güvenle kuşat. Senin yolunda, Senin sevginle, Senin
hoşnutluğunla, Senin muhabbetinle şehadeti bana nasib et. Ey Allah’ım,
müminlerle birlikte benim de ayaklarımı sabit tut. Bizlere güven ve sabır ver.”
Tüm bunları kalbimden okuyordum. Köpekler, sürekli vücuduna saldırıyor, ısırıp
kemiriyorlardı.
Saatler geçti. Kapı açıldı ve hücreden
çıkardılar beni. Öyle sanıyordum ki üstümdeki beyaz elbiselerim tümden kana
batmıştı. Köpeklerim vücudumu ve elbiselerimi delik deşik ettiğini
düşünüyordum. Bir de ne göreyim, elbiselerime sanki kimse dokunmamış, bedenime
de bir tek diş batmamıştı. Şaştım kaldım.
“Allah’ım, her şeyden münezzehsin. Benimle
birliktesin. Senin keremine layık mıyım ki! Rabbim, hamd yalnız Sana’dır.”
Bunların tümünü içimden söyledim. Çünkü
şeytani herif kolumu sıkıca tutmuş, durmadan soru yağmuruna tutuyordu beni.
“Köpekler nasıl seni parça parça etmemişler.
Üstünü başını niçin parçalamamışlar?”
***
Kamçılar Bana Yöneldi
Besyuni emir verdi:
”Alın bunu. Bundan fayda gelmez.” Deyip çıktı. Ancak hemen geri döndü. Yanında
Safvet ve bir asker vardı. Sert ve korkunç bir hareketle beni yere yıktılar. El
ve ayaklarıma kelepçe vurarak kasapların hayvan astığı gibi darağacına astılar.
Suç üzerine eğitilmiş ve oldukça tecrübe kazanmış birtakım kişilerce vahşi bir
şekilde dayağa çekildim. Bayılıncaya kadar Allah’ın adını tekrarlıyordum.
Ayıldığımda bir sedye üzerindeydim. Ne
konuşacak ne de hareket edecek durumdaydım. Ancak neler olup bittiğinin
farkındaydım. Beni hücreye götürdüler. Kendimi toparladığım zaman şiddetli bir
kanama geçirdiğimi anladım. Kapıyı çalıp kanı durduracak bir şey vermelerini,
bir doktor gelmesini istedim. Ancak karşılık olarak küfür ve lanetler geldi.
Her şey kendisinin elinde olan Allah’a yine
yalvarmaya koyuldum. Başıma gelen bu musibetten kurtarmasını isteyerek dua
ettim. Rasulullah (sav)’ in, “Mazlumun duasından sakın. Onunla Allah arasında
perde yoktur.” Hadisini hatırladım.
Kanın kesilmesi için Allah’a yalvarmamın
sonunda yüce Allah kendisinden bir lütuf ve ihsan olarak duamı kabul etti.
Ancak gövdemin her yanındaki yara ve sızılardan acı içinde kıvranmaya devam
ettim. Diğer yandan falakadan ötürü ayaklarımda sanki ateş yanıyordu. Allah’ı
anmaya, namazla kendimi dinlendirmeye ve başıma gelen bu azaptan kendisine
sığınmaya koyuldum.
Böylece acıklı ve vahşet dolu geceler geçti.
Doktorsuz, ilaçsız bir durumda acılar içinde kıvranmayı sürdürdüm. Her gün bir
dilim ekmek, bir dilim sarı peynir atmak için kapıyı aralayan şeytandan başka
insan da yok. Getirdiği bu şeyleri olduğu gibi geri götürüyordu. Çünkü yemek
olarak getirdiklerini kokusuna katlanamıyordum.